Cuma, Nisan 15, 2011

 ''Cins'' de Ayrım

Cinsellik ve cinsiyetçilik kavramları ve toplum olarak bunlarla olan sorunumuz.Cinselliğin tabu olduğu bir toplumda pek ala cinsiyetçilik de olacaktır.Kadının sadece bir cinsel obje olarak kabul edildiği, aklın iki bacak arasına indirgendiği bir toplum olma boyutundan çıkamıyoruz.Bu noktada da karşımıza çıkan durum tecavüz olayları ve küçük yaşta çocukların yaşadığı cinsel istirmarlar...Hasta bir toplum yapısını ortaya seren bir kara tablo ve cinsellik tabu olduğu sürece bu kara tablo derinleşerek büyüyecektir.

İlkel bir muhafazakar toplum mantığında ilerlerken cinselliğin sınıflarıda karşımızda duruyor.Bu da toplumdaki cinsel kimlik tanımının sadece heteroseksüelizm olarak algılanmasıdır.Bu da bir başka sorun olan cinsiyetçiliği de derinleştiriyor.Yani sadece erkek-kadın değil heteroseksüel-homoseksüel cinsiyetçiliği ve baskısı da vardır.Erk olanın ötekini hor görmesi, ve gücü koruma adına baskı uygulaması da cinsiyetçi ayrımları daha da keskinleştiriyor.

Aslında saçma görülen bu ayrışamalar bir çok cinayete, insanım diyebilenlerin midesinin kaldıramayacağı vahşiliklere neden oluyor.Sorunun çözümünün en büyük odağı ise eğitim.Başarılı çağdaş, ilerici ve sanatla iç içe bir eğitim mantığıyla bu ve benzeri ayrılıkları aşabiliriz.Biz olmayana saygı göstermesini öğrenir, insanlara saygı gösterebiliriz.

Salı, Nisan 05, 2011

                                                           Benim Dünyam

İnsan hakları, insanca yaşam ve eşitlik gibi güzel söylemler.Üzerine düşününce bunların da ne kadar bencil olduğunu görüyoruz.İnsana ait bir dünya, hayvanın, balta girmemiş ormanın, yani doğanın hiçbir hakkı yok insanoğlunun her türlü hareketi karşısında.Gelişen teknolojiyle bu bencillik iyice artıyor.Sular satılıyor.Ormanlar katlediliyor doğal hayat hızla yok ediliyor.Buna ne kadar hakkımız var.Biyoçeşitliliğin bu şekilde katledilmesinin bedelini insanoğlu yine doğanın vereceği bir yanıtla ödeyecek.Mavi ve yeşille güzel bir yaşam...

*Açıkçası bir makale kıvamında olsun istemedim.

Pazar, Ocak 09, 2011

Hizbullah ile yaşamayı öğrenmemiz gerektiği söyleniyor.Siyasi irade legal gücünü oluşturdaktan sonra illegal gücünü de sivil hayatın merkezine yerleştirmeye çalışıyor.Bizler yargının katledildiği canilerin serbest kaldığı bir ülkede ne kadar yaşam hakkı bulabileceğiz?Yeşil kuşak ideolojisi temellerini atmadı mı artık?Tehlikenin farkında mıyız?

 Yargıtay hedefte!

Tahliyeler konusu daha çok hukuki boyutuyla tartışılıyor, oysa büyük resmi göz ardı etmemek gerek.
Büyük resimde yürütme ile yargının savaşı, daha doğrusu, “yüksek yargı oligarşisi”ni yıkmaya azmetmiş bir iktidar görünüyor.
“Oligarşi”de Anayasa Mahkemesi vardı; dizginlendi.
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu vardı; kontrol altına alındı.
Sırada Yargıtay var.
* * *
Kavganın ne kadar eski ve derin olduğuna dair bir hatırlatma yapayım:
1969 yılı...
AP iktidarda... İsmet Paşa’nın CHP’si muhalefette...
Sokakların kızıştığı, Demirel’in “Sokaklar yürümekle aşınmaz” dediği yıllar...
Yılbaşında ODTÜ’de Amerikan elçisi Commer’in arabası yakıldı. Şubatta Amerikan 6. filosu protesto edildi. Taksim’de cihat bayrağı açanlar, protestoculara saldırdı. “Kanlı Pazar”da 2 genci öldürüp 114’ünü yaraladılar.
Sağda en etkili örgüt, içinden bugünkü iktidarın beyin takımını çıkaran Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) idi.
İşte tam o günlerde Yargıtay Başkanı İmran Öktem öldü.
Öktem, gericiliğe karşı çıkışlarıyla hedef olmuş bir isimdi. Cenazeden önce MTTB, “Öktem dinsizdir, namazı kılınamaz” kampanyası başlattı.
3 Mayıs’ta Ankara Maltepe Camii’nde toplanıp “Allahsızın namazı kılınmaz” diye bağırdılar. İmamlar korkup çekildi. Cenaze ortada kaldı. “Mezarlıkta kılınsın” diyenler oldu.
O sırada cenazeye gelen İsmet Paşa sinirlendi.
“Namaz burada kılınacak; kılınmadan gitmem” dedi. Ama imam gelmedi. Cenazeyi cemaatten biri kıldırdı.
Protestocular çıkış kapısında bekliyordu. Korumalar İnönü’ye arka kapıdan çıkmayı önerdiler. Paşa şiddetle reddetti; inadına, protestocuların üzerine yürüdü. Ortalık birbirine girdi. O sırada bir tuğgeneral tabancasını çekip kalabalığa yöneltti. Bu koşullarda cenazeden çıkabilen İsmet Paşa, “Bu, ikinci bir 31 Mart olayıdır” açıklamasını yaptı.
Ertesi gün Yargıtay üyeleri, hukukçular, öğrenciler kol kola yürüdüler. En başta Hukuk Fakültesi’nin genç asistanı Uğur Mumcu yürüyordu. Anılarından öğrendik ki, Abdullah Öcalan da yürüyüşçüler arasındaymış. Sonradan, “O yürüyüş, benim için bir dönüşüm anıydı” diye yazacaktı.
Bazen bir yanlış eylem, ne kadar farklı siyasal sonuçlar doğurabiliyor.
* * *
Demem o ki, Yargıtay’ın hedef haline gelmesi yeni değil...
Ama hedefi bertaraf etmeye, hiçbir iktidar bu kadar yaklaşmamıştı.
Sevinç gösterileri arasında salıverilen Hizbullahçıların görüntülerinin ve bunun toplumda yarattığı infialin AKP’yi zorda bıraktığını düşünenlere katılamıyorum.
Tersine, yaşanan söz düellosunda hükümet bu infiali Yargıtay aleyhine kullanmayı başardı.
Bunca yıllık iktidarında yargı reformunu yapamamış, adaleti hızlandıramamış olmanın zaafını unutturup Yargıtay’ı kendini savunma pozisyonuna soktu.
Kamuoyunu da Yargıtay’a çeki düzen verecek bir yasal değişikliğe fikren hazırlamış oldu.
Oysa artık herkes görüyor ki sorun, tutukluluk süresinden önce yargılama sürecinde... Asıl onu kısaltmak lazım.
Onun çözümü de son durak olan Yargıtay’da değil, ilk durak olan mahkemelerde...

08.01.2011 Milliyet gazetesi Can Dündar

*bu yazıda konun sadece bir yüzünü anlatıyor..bu yasayı çıkartan iktidar yüksek yargıya şartların müsait olduğunu sordu mu? şartların uygun olmadığını bile bile neden bu yasayı çıkardı?