Cuma, Ekim 08, 2010

Özgür Üniversite ve Demokratlarımız (!)
 
Y.Ö.K ve siyasi iktidar daha özgür üniversiteden bahsediyor.Üniversitede özgürlük sadece türbana verilen izinle mi oluyor? Öğrencilerin herhangi bir söz söyleme hakkının olmadığı üniversite kampüslerinde dövüldüğü bir ortamda bu ne kadar samimi.Özgürlükse evet herkesi kucaklamalılar.Y.Ö.K üniversitelerde sivil polislerin görev yapmasını talep ediyor.Bu ne kadar iyi niyetli bir adım? Amaç fişleme olabilir mi?

Değinmeden geçemeyeceğim bir şey daha var.Malum referandumda evet oyu çıktı.Sonuç değil de evet oyu veren demokratların(!) söylem ve tavırları daha ürkütücü.Ülkenin önemli aydınlarından(!) Cengiz Çandar'ın söyledikleri gibi.''Bunlara “EVET' dememek için, ya “vicdansız”, ya da “Tayyip'e takık” bir halde “ruh sağlığını yitirmiş” biri, veya kafası fosilleşmeye başlamış bir “bağnaz” olmalıyım.Allah'a şükürler olsun ki, hiçbiri değilim!'' Evet bu sözleri aydınımızın yazısından olduğu gibi aldım.Demek ki demokratlık buymuş.Cengiz Çandar gibi çizgili(!) bir yazarımız aksi bir durumda bulunmaz.Yahu bu adam her siyasi iktidarın yandaşlığını yapmış.Yazarlık geçmişi ve bugünü zikzaklarla dolu bir adamın söylemine bakar mısınız?Fazla söze gerek duymuyorum zira biri çıkar halkın iradesi de bu adamın söylediğini onayladı der.Çok iradeli halkımızın sözü üzerine de bir şey söyleyemem.

Salı, Ağustos 31, 2010

Soy(suz)

Malumunuz referandum yaklaştı.Başbakanımız ve muhalefet liderleri meydanlarda artık ipin ucunu o kadar kaçırdılar ki seviyesizlik diz boyu.Boydan girip soydan çıkıyorlar.

Başbakan boyu boşver soy önemli soy diyor.Bunu demokrasi havarisi başbakan söylüyor.Ama şaşırmamak gerekir.Daha dün aynı başbakan Hakkari'de ''y sev ya terk et'' dememiş miydi? Cemevi cümbüş evi diyen de aynı insandı yanlış hatırlamıyorsam.Türkçü ve İslamcı başbakan.

Şimdi soy önemli ise benim gibi ''soyu bozuklar'' veya ''soysuzlar'' ne oluyor.Başbakan aslında orda devlet politikası ile kendi düşüncesinin harmanlanmış halini dile getirdi.Soysuzlar ise hep bir inkar ve baskıya maruz kalıyor.Günümüzde de başbakanımız bunu postmodern bir anlayışla uyguluyor.

21. yüzyıl dünyasında hala soy diye haykıran başbakanlar olduğu sürece bu dünyada ne savaşlar biter ne de insana insan olarak bakılır.İnsana insan olduğu için değer verilen bir ülke bir dünya ümidiyle.

Cumartesi, Ağustos 14, 2010

Muhafazakarlık

Basitçe mantık yürütmek gerekirse, muhafaza etmek, korumak gibi anlamları içeren bir sözcük. Muhafazakar parti, muhafazakar aile gibi kavramlar oldukça sık kullanılıyor. Muhafazakar parti dediğimizde akla genel olarak sağ partiler gelir. Dini muhafaza etmek isterler, dini kullanırlar, ani ve büyük değişimlere özellikle ahlaki değişimlere karşı çıkarkar. Ancak gözden kaçırılan bir nokta var. Cumhuriyet Halk Fırkası kurulduğunda kemalizmin izlerini taşıyordu, ilkeleri benimsemişti. Şimdiki Chp, kemalizmi ve Atatürk'ün ilkelerini muhafaza etmek istiyor, onun yolundan ilerlediğini savunuyor. Bu nedenle CHP de muhafazakar bir parti olmuyor mu?

Cuma, Ağustos 13, 2010

Türkülerde Kalan Demokrasi

Ülkem insanı 87 yıllık bir cumhuriyette demokrasi ve özgürlük türküleri duydu.Çok nutuklar atıldı.Ama bu ülke bir türlü demokratik olamadı.

Türkiye Cumhuriyeti demokrasiden yoksun bir devlet olarak süregeldi ne yazıkki.Tek tipçi, inkarcı ve dışlayıcı bir ülke portresi çizdi ve çizmeye devam ediyor.Bu şartlar altında da demokrasi ve özgürlük sadece türkü ve nutuklarda kaldı ve kalacak.

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

İnternette dolaşan ama bir yazarın gazetede paylaştığı bir yazı:

Çok eski yıllarda, krallıkla yönetilen bir ülkede hukuk ve hâkimler de varmış. Törelere göre bir vatandaş öldüğünde kent merkezindeki çan bir kez çalınır, uzun uzun yankılanırmış. Eşraftan biri ölürse iki kez, devlet adamı ölünce üç kez çalınırmış. Ya Kral? Kral öldüğünde dört kez çalınırmış. Gel zaman git zaman ülkede bir olay olmuş ve mahkemeye intikal etmiş. Davanın sanığı olarak mahkemeye çıkarılan kişinin masumiyetini tüm yurttaşlar biliyorlarmış. Bir formalite olarak görülen ve beraat beklenen davadan sürpriz bir karar çıkmış ve sanık para cezasına mahkum olmuş. Hakim sanığa "Bir diyeceğin var mı?" diye sormuş. Sanık "Hayır." demiş. Mahkeme sona ermiş, beyinlerindeki kaygıyla dinleyiciler dağılmış. Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş. "Acaba kim öldü?" Çan bir kez daha çalmış. "Eşraftan biri öldü." Kent çan sesini bir kez daha dünlemiş. "Devlet adamı öldü. Acaba kim?..." Çan bir kez daha çalmış yeri göğü inleterek... Herkeste bir feryat. "Eyvah! Kralımız öldü..." Ancak törede görülmemiş şekilde çan beş, altı kez çalınmış, yer gök inlemiş ve sesler kesilmiş. Herkes bunun ne olduğunu öğrenmek için çan görevlisine koşmuş. Çanı, haksız yere mahkum edilen adam çalmaktaymış. Sormuşlar: "Çanı defalarca çalmak ne demek? Kraldan daha büyük biri mi öldü?" Yanıt şaşırtıcı ve anlamlıdır. "Evet, adalet öldü..."

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi,08.08.2010, sayfa 2 (Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN)

Cumartesi, Ağustos 07, 2010

Bomba

Hiroşima ve 3 gün sonra Nagazaki'ye atılan atom bombalar medeniyle Japonya'da tören düzenleniyor. Hiroşima'da 30, Nagazaki'de 40.000 kişi öldü. 65 yıl önceki bu bilançonun nedeni Amerika.

Ülkeler geçmişlerine kötü de olsa iyi de olsa sahip çıkmalıdır. Amerika, nükleer silah bulundurduğu veya nükleer silah yapacağı gerekçesiyle İran'a tehdit dolu mesajlar veriyor. Ama kendi geçmişlerindeki atom bombalarını affettirmek için 65 yıl sonra ilk kez Japonya'daki törene katılmış.

Japonlar tarihten ders çıkarmayı iyi beceriyor. Bu bombaların neden olduğu enkazlardan birkaç tanesini koskoca gökdelenlerin, köprülerin, geniş caddelerin ortasında müzeleştirmişler. Her gün bunları görüp öyle bir toparlanmışlar ki, dünyadaki ikinci büyük ekonomisine sahipler. Bunu da %95-100 ihtalatla başarmışlar.

Perşembe, Ağustos 05, 2010

Cinsellik

Cinsellik bir tabu. Filmlerde görürüz, ergenlik dönemine giren Batılı genç hemen seks deneyimlerini arttırmaya bakar. Aileler destek bile verir. Bu alt benlik (id)in gereğidir. Cinsellik bir ihtiyaçtır. Yıllarca içinde cinselliği saklayan, mastürbasyonla tatmin olmaya çalışan gençleri düşündükçe diyorum. Ne kadar geri kalmış bir ülkeyiz.

Tecavüz oranlarına bakın. Avrupa, Rusya gibi oluşumlarda sıfıra yakın, ülkemizde millet, çocukların peşinde. Bebeklere tecavüz ediliyor. İnsanlar neden bunu görüp çocuklarına cinsel özgürlüklerini vermiyor? Neden namusu bacak arasında arıyoruz da kafalarımızda aramıyoruz? Neden zina zina diye sayıklayıp 6. yüzyılı anlatan bir kutsal kitaba hala taparcasına cinselliği bastırıyoruz? 21. yüzyıldayız. Kutsal kitapların indiği zamanı ve şimdiyi düşünün. 15 asır. Ve cinselliğin o zaman ne şimdi ne demek olduğunu.

Salı, Ağustos 03, 2010

Cemaat

Cemaatçilik ve cemaate bağlılık en önde gelen bölücülük ve ayrımcılık faaliyetleridir. İçinde bulunduğumuz hatta içinde bulunarak doğduğumuz tüm örgütlenme ve topluluklar cemaat özelliği taşır. Dinler, mezhepler, milletler, diller -belki şive ve ağızlar bile- birer cemaatleşme nedenidir.

Cemaatleşme herkesin anladığı gibi Gülen Cemaati gibi cemaatlere üye olma değildir. Cemaatleşme gruplaşma ve ülke içinde birlik olmamadır. Birilerinin, bir gücün sizi yönetmesi ve yönlendirmesidir. Kontrol isteği insanı insan yapan gereksinmelerden biriyse eğer insanlar neden bir cemaate inatla üye olup diğerleriyle savaşıyor? Para için mi? Cemaatinin, grubunun doktrinleri için mi?

Anlam veremiyorum.

Cuma, Temmuz 30, 2010

Sözde Demokratlar

Ülkemizde sözüm ona demokratların sayısı almış başını gidiyor.Darbelerle, yaftalarla, inkarlarla mücadele eder olmuşlar.Herkese hitap eder havaya bürünmüşler.

Bizim iktidarımız ve yandaş medya bu demokratların ön safında yer alıyor.Şimdiki referandumda da 12 Eylül 1980 darbesi üzerinden prim yapmaya çalışıyor.Darbeyi yargılayacak o günlerin hesabını soracaklarmış.Yahu darbenin evlatları, darbeyi nasıl yargılayabilir ki nasıl sorabilir o günlerin hesabını?

Başbakan ve ekibinin ağzının içine baktığı Fetullah efendinin 12 eylülcülerin cennetlik olduğu yönünde söylemleri olduğunu biliyoruz.Onun dışında sızıntı dergisinde o dönem yayınlanan ''son karakol'' isimli yazıda da darbe ile ilgili görüşlerini ve desteğini açıkça beyan etmiştir.Efendilerinin sözünden çıkmayan bu insanlar sizce ne kadar samimi olabilir?

12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren'e gösterdikleri ilgi ve alaka da onların ne kadar gerçekçi olacağını ortaya seriyor.Başbakan, Kenan paşasıyla beraber nikah şahitliği yapıyor, Cumhurbaşkanı köşkte ağırlıyor, eski meclis başkanı şimdiki başbakan yardımcısı beraber açılışa katılıyor.

Bir de 28 Şubat ile 27 Nisanları var.28 şubatın sorumlusu Çevik Bir nedense ergenekon operasyonu çerçevesinde dahi tutuklanmıyor.Ya da yaptığı müdahelenin bedelini ödemiyor.Yoksa Pensilvanya'ya danışmalık yaptığı için mi ya da Akp iktidarına zemin hazırladığı için mi?Ben de anlamadım.27 Nisan mağduru Akp neden bunun sorumlusu Büyükanıt hakkında şikayetçi olmadı ya da olmuyor.Dolmabahçede sırdaş mı olmuştu yoksa bunlar.Belkide %47 oya zemin hazırladığındandır.Alınan aracın hiçbir alakası da olamaz zaten yaşananlarla.

İşte bu adamlar darbe karşıtı demokrat oldu.Ben şahsım adına beklemem onlardan öyle bir şey.Çünkü bu büyük bir haksızlık olur.Kendilerini var edenleri nasıl yargılayabilirler.Onlara nasıl saygıda kusur ederler.Ama onlar hesap soracaklarını söylüyorlar.

Gerçek anlamda demokratlarla ve demokrasiyle tanışır umarım bu ülke.Yoksa bu halk bu sözde demokratlar tarfından daha çok sömürülür.

Yayınlanmasına izin verilmemiş Cumhuriyet reklamları.

Salı, Temmuz 27, 2010

Erkek Tayyip

Başbakan geçen günlerde bazı kadın dernekleriyle ve derneklerin kadın temsilcileriyle bir toplantı yaptı. Toplantıda kendinden beklendiği gibi çoğu isteği geri çevirdi.

Kadının iş hayatında yerinin ne kadar az olduğu, kadına gösterilen şiddetin ne oranlarda olduğu, genç kızların ve küçük çocukların okula yollanmadığı gibi konularda istatistikler sunuldu ve tartışıldı. Tayyip Erdoğan'ın bu toplantıdaki konuşmalarının önemli yerlerini okudum. Her zaman "Hallederiz" ya da "Bu istatistikler önemli değil" havasındaydı. Önceden çekinse de artık tam anlamıyla "Kadın çocuk yapmaya ve eve kapatılıp erkek egosunu tatmin etmeye yarayan bir araçtır." savını savunan bir yobaz.

Toplantıdaki diğer eksiklik ise toplantıya ÇYDD'nin çağrılmamış olması ve son anda akla gelmesi. Diğer kadın derneklerini ve çağdaşlaşma uğruna kurulmuş dernekleri küçümsemiyorum ancak Türkiye'nin kamuoyunu etkileyebilme özelliğine sahip, kadınları, kızları bu kadar sahiplenen ve eğitilmelerine, korunmalarına çalışan bir dernek en başta çağırılmalıydı.

Tayyip Erdoğan'ın karısı ve kızları var. Sokaktaki herhangi bir vatandaş, güzelim kızı arkadaşlarıyla otobüse binmiş gidiyorken başbakanın biricik kızını yerinden kaldırsa ve "Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum orda ben oturacağım." dese o adamın hali ne olur?

Madem kadın erkek eşitliğine inanmıyor neden kendi anayasasında bununla ilgili bir çalışma yok? Delik dondan çıkmak ister gibi uğruna konuşmaktan başka yapabileceği birşey kalmıyor artık sanırım.

Ve son olarak laf etmek istediğim bir nokta daha var. Neden birkaç gerçek haber yapan gazete hariç hiçbir gazete buna değinmedi? Küçücük bir sütun aralığında toplantıdan bahsedip geçtiler? Bir gün basın özgürlüğü kısıtlandığında ne yapacaklar? O basın yayın kuruluşlarının içinde çalışan kadınlar da yok mu? Neden herkes bu kadar bencil?

Pazartesi, Temmuz 26, 2010

Tehlikeli Yanlışlar

Demokratik ülkelerde oy vermek kişinin kendi hür iradesiyle alacağı karara bağlıdır.Bu karardaki etkende hiç önemli değildir ideoloji, para..

Ülkemizde doğru ya da yanlış bir paket referandumda oylanacak.Ama bizim ülkemizde yanlışa da yanlış adımlarla gidiliyor.Demokrasiyi işletecek kurumlar bu süreçte(aslında bu durum her zaman var) demokrasinin önüne bir set çekiyorlar.

Partiler kendi kurumsal fikirlerini açıklayabilirler ama bu kişileri bağlamaz.Bizim ülkemizdeyse grup kararları alınıyor ve karara uymayana yaptırımlar uygulanıyor.İnsanların oyları ipotek altına alınıyor.Hatta bu durum grup kararından daha geniş bir şekilde de uygulanabiliyor.

Yapılacak olan referandum da partilerin yaklaşımları belli.Aldıkları kararları siyasi mücadeleye çevirdiler ve dediğim baskıcı tavra büründüler.Buna son örnekte ana muhalefet partisinin evet diyeceğini açıklayan belediye başkanı hakkında yaptırım kararı alması.Bu tavır tüm partilerde var.

Oy kullanacak olanlar burada partilerin yanlışlarına ortak olmamalı.Evet veya hayır derken kendi iradeleriyle almalılar kararlarını.Bu oylamadaki tavırları kutuplaşma havasında olmamalı.Çünkü oylanan bir anayasa değişikliği peketi, siyaset üstü bir konu.Toplumsal uzlaşı gerektiren bir değişikliği kutuplaşma aracı olmaktan da uzak tutmalıyız.

Kararınız ne olursa olsun günlük siyasetin ucuz çekişmelerine aldanmadan oyunuzu kullanın.Daha demokratik daha özgürlükçü Türkiye için yanlışlara ortak olmayalım.

Perşembe, Temmuz 22, 2010


Kadın-Erkek eşitliğine inanmayan bir başbakanın yönettiği ülkemizin AB'ye girmesini bekleyenler var. Daha çok beklerler demek geliyor içimden.
Yanlış İdare

Öncelikle demokrasi bir yönetim şekli değildir. Cumhuriyet bir yönetim şeklidir, demokrasi bunun uygulanışıdır. Demokrasi belirlenen yıl aralığında bir seçimle bir iktidarın belirlenmesi, yönetimin böyle sürüp gitmesi temeline verilebilecek bir addır. Birçok demokrasi düşüncesi vardır. Sosyal demokrasi, dinci demokrasi, liberal demokrasi... Bunlar farklı düşünce merkezlerine sahip olmakla birlikte demokrasinin uygulanabilmesi için bazı şartlar vardır.

Bir toplumda geçerli olan demokrasi çoğunluk değil azınlık demokrasisi olmalıdır. Çoğunluğun haklarını koruyan, kollayan, çoğunluğun fikirlerini önemseyen, azınlıklara değer vermeyen bir demokrasi, demokrasi değildir. Çoğunluğun yön verdiği bir yönetim zamanla diktatörlük, otokrasi gibi yönetim yapılarına yönlendirilir.

Bunu şimdilerde bir padişah, bir halife gibi davranan başbakanımızla örneklendirebiliriz. Sadece kendi yandaş medyası, yandan yargıçları ve savcıları, yandaş kuruluşları ile ayakta kalan ve çoğunluğun oyuyla başa gelmiş, kendine oy veren yerlere hizmet götüren bir iktidarla karşı karşıyayız. Şahsen benim bi' gözlemim var. BDP ortaya çıktığından ve bir anda büyük oya sahip olduğundan beri Erdoğan'ın Güneydoğuya olan ilgisizliği de arttı. İktidarda olduğu yıllar boyunca hiç ilerleme kaydedememiş büyük projelerden (GAP gibi) bahsetmiyorum bile.

Bu gibi oluşumlar zamanla ülkeyi anayasası olan ama uygulaması Padişaha ait Meşrutiyet gibi yönetimlere bile sürükleyebilir. Otokrasiden bashetmeye dilim varmıyor. İçinde bulunduğumuz çağda zor olsa bile bu bir olasılık. Ekonomik çıkar elde etme amacında bir parti ve insanlığın temel yapısı: güçlü olanın daha fazla güç istemesi bir araya gelince bunların yaşanması uzak değil.

Salı, Temmuz 20, 2010

Anayasa Değişikliği ve Referandum

Anayasanın tanımını yapmak gerekirse kısaca devlet organizasyonun iç ve dış mekanizmalarının nasıl işleyeceğini, toplumun temel hak ve özgürlüklerini belirleyen ana kanunlardır.

Malum ülkemizde 12 Eylül tarihinde bir anayasa değişikliği referandumu yapılacak.Bu referandumda oylanacak paket anayasa ruhuna ve mantığına aykırı bir değişiklikten başka birşey değildir.Anayasa tüm toplumu ilgilendirdiği için yüksek uzlaşı gerekir.Toplumun her kesiminden onay ve kabul görmelidir.

Referanduma sunulacak olan taslak ise tamamen bir zümrenin teleplerinden başka birşey değildir.Toplumu ve toplumun sorunlarını yanıtlamamaktadır.Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargıyı bağımlı ve taraflı hale getirmektedir.En önemli sorun bu kadar önemli bir değişikliğin uzlaşma sağlanmadan halka sunulmasıdır.Böyle önemli konuların direk halka sorulması büyük bir hatadır.Demokrasi havarileri kendilerince halka soruyoruz demokratız diyecekler ama tüm maddeleri beraber oylatacaklar.Buda bir başka tezat.Değişiklikler yapılırken hükümet muhalefeti, sivil toplum kuruluşlarını, yargı kurumlarını ve mensuplarını, akademisyenleri ve aydınları yok sayarak toplumsal uzlaşıyı aramamıştır.

Anayasa değişikliği ve referandum sürecinde hükümetin yanlışlarının haddi hesabı yok.Ama anayasa mahkemesinin aldığı karar da bir o kadar yanlış.Yetkisini aşan anayasa makemesi yetkisini aşmakla da kalmamış siyasi gündemden ve manşetlerden etkilenerek orta yolu bulmaya çalışırcasına kararlar almıştır.

Yasama, yürütme ve yargı sürecinde yapılan yanlışların tek çözüm yolu anayasa değişikliğine ''hayır'' demektir.Katılımcı, demokratik anayasa talebinde bulunmakta bir o kadar önemlidir.

Demokratik ve Laik Cumhuriyet için ''hayır''.

Pazartesi, Temmuz 19, 2010

Şeriat

Türkiye Cumhuriyeti, İran gibi şeriatle yönetilen bir ülke olma yolunda ilerliyor. Ülkede şeriati savunanların varlığı çokca hissedilmeye başlanıyor. Gazetelere göz atarken İran'da Sakine Muhammedi Aştiyani isimli Azeri kökenli İranlı, 43 yaşında ve iki çocuk annesi kadının kocası tarafından mahkemeye verilişini okudum. Zina ile suçlanıyordu. İki ayrı mahkemede yargılandı. Birinde 99 kırbaç cezası aldı. İkincisinde Recm* ile cezalandırıldı.

İran'da kadınlar değer görmüyor, şeriat onlara adil davranmadı ve davranmayacak. Kemal Atatürk'ün getirdiği Cumhuriyet ile kadınla erkeği mümkün olan en eşit konuma taşıyan çağdaşlıktan İran'da eser yok. Kadınlar kapalı, çarçaflı. Kadınların şahitlik hakkı ve şahitliğine güvenilirliği bile erkeklerin yarısı kadar.

Şimdi merak ediyorum, bu ülkede tesettürü savunan, inatla kapanan ve üniversite gibi örgün eğitim kurumlarına belki de İran'ın şeriatini getirmeye yol açacak türbanla girmeye çalışan, laik olmadığını her fırsatta söyleyen kadınlarımız neden bunları yapıyor? Kapanarak İktidara yardımcı olan tesettürlü kadınların İran'daki yönetimden, oradaki kadınların yaşadıklarından daha önemlisi 'yaşayamadıklarından' haberleri var mı? Kapanmaya devam ettikleri sürece, kendilerini ikinci sınıf insan belki de eşya kadar değersiz bir konuma sokacakları gerçeğiyle yüzleşemiyorlar mı? Modernizmi 1920lerde, 1930larda tanımış olan bu ülkenin yeni nesilleri bu yıllarda yaşayan kadınlardan daha mı akılsız ve dar görüşlü? Saçlarını örttükleri her gün hem İslam dinine hakeret ediyorlar hem rahatça yaşadıkları Cumhuriyet'ten uzaklaşıyorlar.

Bu saçmalık!

*Kadınların karnına kadar toprağa gömülüp diğer insanlar tarafından taşlanarak öldürülmeye çalışıldığı bir tür ceza. İslam diniyle alakası olmamasına rağmenk Müslüman ülkelerce uygulanmaktadır.

Pazar, Temmuz 18, 2010

Nazi Almanyası'nda papaz Martin Niemöller'in günlüğünden: "Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 15 Temmuz 2010, sayfa 15.

Cumartesi, Temmuz 17, 2010

Demokrasi

Demokrasi halkın egemenliğidir. Hislerin, duyguların anlamlandırabildiği materyalist düşünceye karşı bencilliğin, halk tarafından benimsenilmemesidir. Birlikte hareket etmek, tek kuvvet olmak, mümkün olan en yüksek oranda eşit olmaktır. Bireyselliği ve grupla hareket edebilmeyi birbirinden ayırmaktır. Bireyselliği bencillikten ayırabilmek, başkalarının da sizi düşüneceğini bilerek yardım etmektir, haksızlıklara karşı direnç göstermektir.

Demokrasi gerekirse eylem yapmaktır. Haklarını bilmek ve sonuna kadar kullanmaktır. Demokrasi direniştir. Demokrasi Antik Yunan'dır, Fransız İhtilali'dir. Demokrasi kadın haklarıdır, özgür düşüncedir, bağımsız bilinçtir. Demokrasi, ulusal olmak ve ulusallığı faşizmden ayırabilmektir. Demokrasi idealist olabilmektir.

Ve demokrasi kişinin doğal hakkıdır, yaşama hakkıdır, özgürlüğüdür, bağımsızlığıdır. Demokrasi kaostan kurtulma çabasıdır aynı zamanda en çok kaosa neden olabilendir. Demokrasi dikkat gerektirir, yazın gerektirir, bilinç gerektirir, kafa gerektirir, sanat gerektirir, idealizm gerektirir.

Bu günce ise bunları anlatacak!